❞ كتاب Vahdetu rsquo l V uuml cud ❝  ⏤ على بن سلطان القرى

❞ كتاب Vahdetu rsquo l V uuml cud ❝ ⏤ على بن سلطان القرى


Görüldüğü gibi iki sözü arasında gayet açık ve seçik bir çelişki bulunmaktadır. Belki de
büyük alimlerin ihtilaf sebebi, bunun hakkında farklı görüşler sergilemelerinin nedeni, kimisi
zındık derlerken, kimisinin de sıddîk (dürüst, doğru ve samimi) demeleri, onun bu çelişkili
ifadeleri nedeniyledir. Onun asıl meramının ne olduğunu ise en iyi olarak ancak yüce Allah
bilir. Biz onun küfrünü söylemek istemiyoruz. Çünkü onun konusunda kesin bir karara varmış
değiliz. Ancak, şeriat ve ilahî hükme aykırı olarak söz söyleyenler hakkında küfrüne
hükmedilir. Böyle biri ancak hakikat yolundan çıkmış olabilir. Hatta onun kesin anlamda
küfre girmiş olması gerçekleşmiş olsa da, bu takdirde bile, onun son anlarında hakka dönmüş
olabilmiştir, ecelinin sonunda hakka yönelmiştir.
Herhangi bir kimsenin küfrüne hükmetmek doğru ve caiz değildir. Ancak kesin bir delile ya
da nassa dayalı olarak küfür üzere öldüğü sabit olan dışında kimseye kafir denemez. Ancak
meramı noktasında onu izleyenler, ona tabi olanlar, onun sözlerini mütalaa edenler ise, bunlar
eğer bozuk inanç ve düşünceden kurtulmuşlarsa, hatalı vehimden uzaklaşmışlarsa, işte bu,
Allah’ın fazlı ve keremidir. Fakat sapıklık yolunda, cehaleti noktasında hala ona tabi olanlar
ve izleyenler varsa, bu da Allah’ın takdiri ve kazası kabilindendir. Güç ve kuvvet yalnızca
Allah’ındır.










Yazar, bu kitapta Vahdetu’lVücud akidesininin sapıklığını ve İbni Arabî’nin fikirlerinin yanlışlıklarını açıklamış, halk tabakasının onun kitaplarını okumasının haram olduğunu belirtmiştir. Bunun sebebi onun kitaplarının birçok desise ve tuzakları ihtiva etmesidir.
على بن سلطان القرى - ❰ له مجموعة من الإنجازات والمؤلفات أبرزها ❞ Vahdetu rsquo l V uuml cud ❝ ❱
من كتب إسلامية باللغه التركية كتب إسلامية بلغات أخرى - مكتبة كتب إسلامية.

نبذة عن الكتاب:
Vahdetu rsquo l V uuml cud


Görüldüğü gibi iki sözü arasında gayet açık ve seçik bir çelişki bulunmaktadır. Belki de
büyük alimlerin ihtilaf sebebi, bunun hakkında farklı görüşler sergilemelerinin nedeni, kimisi
zındık derlerken, kimisinin de sıddîk (dürüst, doğru ve samimi) demeleri, onun bu çelişkili
ifadeleri nedeniyledir. Onun asıl meramının ne olduğunu ise en iyi olarak ancak yüce Allah
bilir. Biz onun küfrünü söylemek istemiyoruz. Çünkü onun konusunda kesin bir karara varmış
değiliz. Ancak, şeriat ve ilahî hükme aykırı olarak söz söyleyenler hakkında küfrüne
hükmedilir. Böyle biri ancak hakikat yolundan çıkmış olabilir. Hatta onun kesin anlamda
küfre girmiş olması gerçekleşmiş olsa da, bu takdirde bile, onun son anlarında hakka dönmüş
olabilmiştir, ecelinin sonunda hakka yönelmiştir.
Herhangi bir kimsenin küfrüne hükmetmek doğru ve caiz değildir. Ancak kesin bir delile ya
da nassa dayalı olarak küfür üzere öldüğü sabit olan dışında kimseye kafir denemez. Ancak
meramı noktasında onu izleyenler, ona tabi olanlar, onun sözlerini mütalaa edenler ise, bunlar
eğer bozuk inanç ve düşünceden kurtulmuşlarsa, hatalı vehimden uzaklaşmışlarsa, işte bu,
Allah’ın fazlı ve keremidir. Fakat sapıklık yolunda, cehaleti noktasında hala ona tabi olanlar
ve izleyenler varsa, bu da Allah’ın takdiri ve kazası kabilindendir. Güç ve kuvvet yalnızca
Allah’ındır.










Yazar, bu kitapta Vahdetu’lVücud akidesininin sapıklığını ve İbni Arabî’nin fikirlerinin yanlışlıklarını açıklamış, halk tabakasının onun kitaplarını okumasının haram olduğunu belirtmiştir. Bunun sebebi onun kitaplarının birçok desise ve tuzakları ihtiva etmesidir. .
المزيد..

تعليقات القرّاء:


Görüldüğü gibi iki sözü arasında gayet açık ve seçik bir çelişki bulunmaktadır. Belki de
büyük alimlerin ihtilaf sebebi, bunun hakkında farklı görüşler sergilemelerinin nedeni, kimisi
zındık derlerken, kimisinin de sıddîk (dürüst, doğru ve samimi) demeleri, onun bu çelişkili
ifadeleri nedeniyledir. Onun asıl meramının ne olduğunu ise en iyi olarak ancak yüce Allah
bilir. Biz onun küfrünü söylemek istemiyoruz. Çünkü onun konusunda kesin bir karara varmış
değiliz. Ancak, şeriat ve ilahî hükme aykırı olarak söz söyleyenler hakkında küfrüne
hükmedilir. Böyle biri ancak hakikat yolundan çıkmış olabilir. Hatta onun kesin anlamda
küfre girmiş olması gerçekleşmiş olsa da, bu takdirde bile, onun son anlarında hakka dönmüş
olabilmiştir, ecelinin sonunda hakka yönelmiştir.
Herhangi bir kimsenin küfrüne hükmetmek doğru ve caiz değildir. Ancak kesin bir delile ya
da nassa dayalı olarak küfür üzere öldüğü sabit olan dışında kimseye kafir denemez. Ancak
meramı noktasında onu izleyenler, ona tabi olanlar, onun sözlerini mütalaa edenler ise, bunlar
eğer bozuk inanç ve düşünceden kurtulmuşlarsa, hatalı vehimden uzaklaşmışlarsa, işte bu,
Allah’ın fazlı ve keremidir. Fakat sapıklık yolunda, cehaleti noktasında hala ona tabi olanlar
ve izleyenler varsa, bu da Allah’ın takdiri ve kazası kabilindendir. Güç ve kuvvet yalnızca
Allah’ındır.
Böylece anlaşılmış bulunmaktadır ki, genel manada halkın onun kitaplarını alıp okumaları
yasaktır, haramdır. Çünkü desiseleri, içinde var olan tuzakları halkın geneli tarafından pek
kolay anlaşılamaz. Nitekim hocalarımızın hocası Celal Suyutî’nin de tercihi budur. (206)
Fakat bizzat şeyhin (İbn Arabî’nin) kendisi hakkında duruma vâkıf oldum. Onun işini ve
durumunu da Allah’a bırakıyorum. Hakkında, birçoklarının söyledikleri gibi, kendisi
hakkında zındıktır demiyorum. Onun çelişkili sözleri, daha önceki sayfalarda görüldüğü gibi,
böyle bir durumu gösterse de, kendisi için zındık demediğimiz gibi, hakkında o sıddîktır,
doğrudur da demiyorum. Bazıları hakkında sıddıktır deseler de, ona hüsnü zan besleyerek
böyle bir şeyi ileri sürseler de, ben bunu da demiyorum. Sözlerinde meramının tahkiki
gerçekleşmediğinden, kimi kerametlere benzer vakıaların işitilmesiyle, büyük bir ilim sahibi
olduğu söylense de, makamların gerçekleşmesi noktasında anlayışlarının içiçe girmesi
yaygınlık kazansa da pek bir şeyler söylemek istemiyoruz. Niyetlerin iyi olup olmadığının,
amaçların neye hizmet ettiğinin en iyi bileni Allah’tır. (207)
Daha sonra tevilcinin sözü, şu itirafı dile getiriyor. Diyor ki, şeyhi yani İbn Arabî, “Eşyanın
vücudu (varlığı), hakkın zatıdır.” Böylece bunu mutlak anlamda söylemektedir ki, burada
kendisi zuhur menzilesinde ya da hakikat mertebesinde olmayı murad ettiği ihtimalini
uyandırmaktadır. Bunu da, söz olarak Eşarîlere nisbet etmek temeline dayandırıyor. Çünkü
her şeyin vücudu yani varlığı, o şeyin aynıdır. Bir de bu ifade, aynen şeyhinin sözüdür, iddiası
vardır. Dolayısıyla kimin gözü kör olur, bu kimse artık noktasız ayın ile noktalı ğayn
arasındaki farkı anlayamaz. Yani hadise delalet eden noktanın varlığıyla ağyara (başkalarına)
delalet ederken, noktadan soyutlanmakla da, ebrara (iyilere) delalet eder. Yani evde, ondan
başka bir kimse yoktur, temeline dayandırıyor. Şuhud ehlince ortaya çıkan mana, onların
“Allah’tan başkası” sözleri, “Allah, varlıkta olandır.” Bestamî’nin sözünde işaret olunan ise,
şuhud denizine dalan, varlık nehrinde kendisinden geçen anlamınadır. Bu, “Cübbem’de
Allah’tan başkası yoktur” demektir. Bu ise ancak bu kimselerin fena makamına vasıl olmaları,
ulaşmalarıyladır. (208) Onların Beka meramında ortaya çıkması ve sekr (sarhoşluk) ve mahv
(yok oluş) durumuna düşmeleriyledir. Bir de bizzat içme olayında kaybolmaları, ayıklık
halinden habersiz bulunmalarındandır. Ancak bu gibi hallet ya da durum, an be andır, zaman
zamandır. Tıpkı çakan şimşek gibi, tıpkı göz açıp kapamak gibi. Kimi zamanda cezbe gücüyle
bu makamda kalır. Eğer bu durumunu fiili olarak veya söz olarak masiyetten korursa, o kimse
sevilen meczuplardan sayılır. (209) Aksi takdirde o kimse ebter, bereketsiz, sonu kesik
meczup adını alır. Bu ise eksik bir makamdır ve geçersiz yani batıl bir haldir. Tıpkı deliliğin

 

akıllı bir alime nisbeti gibi. Peygamberlerden ve velilerden kemal derecesine gelince, bu,
Cemul Cem’ makamıdır. (210) Dolayısıyla varlıkların çokluğunun vücudu onları hicab olmaz,
mümkün olanların hakikatlarını mütalaa ederlerken, bizzat zatın kendisini müşahededen bir
şey onları engellemez. Onları eşyayı olduğu gibi görürler. Böylece yasaklarla emirler arasını
ayırdedebilir. Her hak sahibinin hakkını da yerine getirirler, onları hakkı mülahaza etmeyip,
halkına riayet ederler. Evet hakkın şuhudu, mutlak istiğrak (içine almasıyla) nedeniyle halkın
vücuduna (varlığına) galebe çalarsa böyle olur. İşte ismet şartından murad budur. Allah
hakkında ve kullar hakkında ismet şartından maksat bu olmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in şu hadislerinde işaret buyurulan ve: “Benim Allah ile öyle bir (sözleşme) vaktim
(anım) var ki, o vakitte ne mukarreb bir melek, ne de gönderilmiş bir peygamber beni ihata
edemez.” (211) Burada mukarreb melekle Cebrail’i, mürsel peygamberle de kendi ekmel (en
mükemmel) nefsini demek istiyor, buna dikkat et.

Hakkı müşahedesine halkın mutalaasının galebe çalması nedeniyle eğer kaziyye (hüküm-
mesele) aksi olursa, bu, mutlak kemale nisbetle izafî bir noksandır, eksikliktir. İşte burada

deniyor ki: “İyilerin haseneleri (iyilikleri), hürlerin (ahrarın) kötülükleridir. İşte bu bakımdan
tüm hayırlıların efendisi ve alimlerin de senedi olan Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
“Kalbimi gaflet basar da, Allah’tan mağfiret dilerim.” (212)
İşte bu makamda kimi meşayihi kiram şöyle demişlerdir: “Allah’dan başkasından
geleceklerden Allah’dan mağfiret dilerim.”
Arif İbn Farid de demiştir ki; Şiir:
“Eğer senden başka bir irade hatırlayacak olursam
Bu seven (yanılarak) da olsa, mürtedliğime hükmederim.” (213)
Bu mananın şerhi uzadıkça uzar. Biz yine kendi konumuza dönelim. Biz bu konuda deriz ki,
hak ehlinin itikadı ya da inancı, yüce Allah, kainat varlığının gayridir. Çünkü Allah, tüm
yaratılanların yaratanıdır, varlıklar bakımından hadis olan vücudların da yaratıcısıdır.
Allah’dan başkası asla mûcidden müstağni olamaz, bir mûcide ihtiyaç göstermemezlik
edemez. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah zengindir, sizler ise fakirlersiniz
(Allah’a muhtaçsınız).” (214)
Yani öncelikle Allah’ın yaratması, ikinci olarak da en be an onun imdadına muhtaçsınız.
O’nun yaratması olmaksızın bir şey olamaz, öncelikle bu bilinmelidir. Onun yardımı
olmaksızın da bir meşhud (görülen şey). Aksine, O’ndan başka mevcud olarak hak bir yaratıcı
olamaz. Mutlak manada Allah’tan başka bir mevcud da yoktur. İşte vücud makamında bu
şuhudu düşün. Aynı zamanda vücudiyenin sözleri arasındaki durumu da düşün, “Göklerde ve
yerde mevcudâtın ayanı (aynları), gök ile yer arasında kainatta var olan ulvi ve süfli şeyler ve
redi (aşağılık) olan şeyler, mutlak vücud sözüne göre hakkın aynıdır, kendisidir. Evet, yüce
Allah’ın ilminde mevcud ve madum eşyanın varlığı ayani sabit edendir. Bunların hariçte bir
varlıkları vardır ki, bizzat bağımsız yani müstakil değildirler. Bunlar tıpkı havadaki toz
kabilindedir. Ya da çöldeki serap gibidir. Susamış olan biri, serabi görünce su sanır da, yanına
koşup gider, oraya vardığında ise, onu, suyu bulamaz. Orada Allah’ı bulur. Nitekim O şöyle
buyurur: “Nerede olursanız, O sizinledir.” (215) Bir başka ayette de şöyle buyurmaktadır: “O,
her şeyi kuşatmıştır (her şey Allah’ın bilgisi içindedir).” (216)

 

Bir diğer ayette de şöyle buyurmaktadır: “Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.”
(217).
İşte makamda ilerleme konusunda bu, müridin yaklaşma amacıdır. Burada taayyünleri, şeklî
anlamda bilimsel taayyünlerdir. Yoksa hakikat anlamında taayyünatı ayniyye değildir.
Bir de şurası da bilinmelidir ki, sofilerden marifet erbabı olanlar, zati vahdeti, sıfat ve esmai
hüsnanın kesretini (çokluğunu) açıklamak noktasında örnekler sunarlar. En yüce sıfat
Allah’ındır.
Tüm eşya, kainatlarında ve renklerinde, hak nura ve mutlak zatın zuhuruna nisbetle
muhteliftirler, ihtilafları buna göredir. Tıpkı sırçalar ve aynaların varlık (vücud) güneşi
mukabelesinde olmaları gibi. Ortada bunun mukabilinde şuhud aleminde duvarlar vardır ki,
kuşkusuz, güneşin nuru ya da aydınlığı bunlar üzere düşer, böylece duvarlardan farklı ve
muhtelif renkler belirir. Karşı ki aynadan bunlar ortaya çıkar. Böylece gayet açık olarak, bu
nurun aksinden ya da yansımasından elde olunan şey görülür. Aslında güneşin nuru, zatın
vahdeti, birliği yönünden, aynada yansıyarak gözüken ve ortaya çıkan muhtelif renklerden
tamamen beridir, uzaktır. Ancak onun zatının vücudu (varlığı) olmamış olsaydı, bu takdirde
O’nun tecellilerinin şuhudu da tasavvur olunamazdı, onun aynalarında görülemezdi. Arif
kimsenin nazarı, bakışı mutlak hakka karşıdır. Oysa gafil kimsenin nazarı, bakışı ise halka
karşıdır, haktan ise gafildir. Bu bakımdan Şeyh Ahmedî. Taze genç delikanlıların aşkıyla
kendisinden geçmişken, denilmiştir ki: (218) “Sen hangi makamdasın?” şöyle demiştir:
“Su kabında bulunan gökteki güneşe bak.” Yine kendisine denilir ki:
“Senin kafanda (arkanda) bir yaran olmasaydı, sen güneşi asıl olması gereken yücelikte görür,
onun aydınlatıcı ışığından da aydınlanırdın.”
Ayrıca işte buna göre, vahidi hakiki olan “gerçekte bir tek olan)’dan bu muhtelif eserler
ortaya çıkar, zuhur eder. Bu da farklı farklı kabiliyetler nedeniyledir, ahlakî istidatlar
açısından böyledir. Nitekim yüce Rabbimizin şu ayeti bunu göstermektedir:
“De ki: Hepsi de kendi yoluna göre amel eder.” (219) Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.)’in:
“Kim ne için yaratılmış ise, o şey kendisine kolaylaştırılır” buyurmuşlardır. (220)
İşte bu örnekle görmektesin ki, hakkın tüm halkla (yaratıklarla) birlikte olması muhal olan bir
şey değildir. (221) Bu gerçeği çok iyi anla ve sakın bir vehme kapılma, ortada sir problem
veya farklı şeyler var sanma. Halleri gerçek ve hakikat açısından en iyi bilen yüce Allah’tır.
Ayrıca bu örneğin sonuçları olarak, vuku kesin tahakkuk edecek olan şey, zuhur perdesindeki
ya duvarındaki nurdur (aydınlıktır), farklı renklerdir ve birbiriyle ülfet oluşturmuş oluşumlar,
kainatlardır. Fakat bunlar mevcudat suretinde madum yani yokturlar, aynı zamanda mefhum
şeyler olup, fanilikleri kesindir, muhakkaktır. Bu ise zatın içinde ve nur cihetiyle vardır.
Cihet-i nuriye cem’dir, cihet-i levniye ise farktır. Vücudu harici ise iki ciheti de
toplamaktadır. Aynı zamanda vacibul vücud’un şuhudu ile, mümkinuşşuhudun zuhuru
arasındaki berzahtır (ölümdür). Bu, herkes tarafından muteber olan Cemul Cem’ makamıdır.
(222)
İşte bu konu üzerinde düşün, taşın. Nitekim yüce Allah şu ayeti de buna işaret buyurmaktadır:

 

“İki deniz bir değildir.” (223) Başka bir ayette ise: “(Birinin suyu tuzlu, diğerininki tatlı olan)
iki denizi birbirine kavuşmaları için salıvermiştir. Fakat aralarında bir engel vardır ki,
birbirine karışıp suların özellikleri bozulmaz.” (224)
Bunlar da göstermektedir ki, vacib olanın mümkün olması düşünülemez. Nitekim mümkün
olan bir şeyin de vacib olması mümkün değildir. Fakat aklı kıt olan kimseye gelince, bu kimse
nur ile renk yani aydınlıkla rengi ayırdetmez. Nitekim şu ayet bu gerçeğe işaret eder:
“Hakka batılla karıştırmayın.” (225)
Fakat Hakkın şuhudu kendisinde galebe çalmış, ya da hak kendisinde baskın olan kimse de
şöyle der:

 

 

 

 

 


 Yazar, bu kitapta Vahdetu’lVücud akidesininin sapıklığını ve İbni Arabî’nin fikirlerinin yanlışlıklarını açıklamış, halk tabakasının onun kitaplarını okumasının haram olduğunu belirtmiştir. Bunun sebebi onun kitaplarının birçok desise ve tuzakları ihtiva etmesidir.



حجم الكتاب عند التحميل : 354.9 كيلوبايت .
نوع الكتاب : pdf.
عداد القراءة: عدد قراءة Vahdetu rsquo l V uuml cud

اذا اعجبك الكتاب فضلاً اضغط على أعجبني
و يمكنك تحميله من هنا:

تحميل Vahdetu rsquo l V uuml cud
شكرًا لمساهمتكم

شكراً لمساهمتكم معنا في الإرتقاء بمستوى المكتبة ، يمكنكم االتبليغ عن اخطاء او سوء اختيار للكتب وتصنيفها ومحتواها ، أو كتاب يُمنع نشره ، او محمي بحقوق طبع ونشر ، فضلاً قم بالتبليغ عن الكتاب المُخالف:

برنامج تشغيل ملفات pdfقبل تحميل الكتاب ..
يجب ان يتوفر لديكم برنامج تشغيل وقراءة ملفات pdf
يمكن تحميلة من هنا 'http://get.adobe.com/reader/'

المؤلف:
على بن سلطان القرى - Ali bin Sultan elkory

كتب على بن سلطان القرى ❰ له مجموعة من الإنجازات والمؤلفات أبرزها ❞ Vahdetu rsquo l V uuml cud ❝ ❱. المزيد..

كتب على بن سلطان القرى